| Fransız polisi 5 Temmuz'da Paris'te devriye geziyor. (Kaynak: AP) |
Temmuz ayının ilk haftasında Fransa'da siyahi bir gencin polis tarafından vurulmasının ardından başlayan protesto dalgası ülkeyi sarstı. Ancak protestoların hızla isyana dönüşmesinin asıl nedeni polis şiddeti değildi. Bu kontrol kaybının altında acı bir gerçek yatıyordu: ırkçılık.
Daha da kötüsü, bu sadece Fransa'nın veya Avrupa'nın sorunu değil, dünya çapında insan haklarına yönelik büyük bir zorluktur ve hükümetlerin doğru yaklaşıma, güçlü taahhütlere ve güçlü çözümlere sahip olmasını gerektirmektedir.
Fransa'nın Acısı
29 Haziran'da, 17 yaşındaki Cezayirli Nahel Merzouk, trafik kontrolü sırasında durmayı reddettiği için Fransız polisi tarafından vurularak öldürüldü. Bu, polis şiddeti nedeniyle birinin hayatını kaybetmesinin ilk örneği olmadığı gibi, Fransızların öfkesini dile getirmek ve kurbanlar için adalet talep etmek üzere sokaklara dökülmelerinin de ilk örneği değil.
Ancak protestoların bu kadar kısa sürede, daha büyük ölçekte ve daha tehlikeli bir şekilde isyanlara, kundaklamalara ve yağmalara dönüştüğü ilk kez yaşanıyor. Süpermarketlerden mağazalara, postanelerden kütüphanelere, okullardan karakollara ve hatta belediye binalarına kadar hiçbir yer, öfkeli kalabalığın gazabından güvende görünmüyor. Fransız Belediye Başkanları Derneği, şiddetin "Cumhuriyet'in sembollerini" hedef aldığını ve benzeri görülmemiş bir hasara yol açtığını söyledi.
Bunun, 2005 yılında Fransa'yı aynı nedenle sarsan olayların devamı olduğuna inanılıyor. Zyed Benna ve Bouna Traore adlı iki siyah genç, bir polis kovalamacasından kaçarken elektrik çarparak hayatını kaybetti. Olay, göçmenlerin yaşadığı "banliyöleri" 3 hafta boyunca ayaklanmalara sürükledi. Bu olay, Fransa'daki ötekileştirilmiş ve ayrımcılığa uğrayan renkli toplulukların eşit muamele talep etmek için daha güçlü bir şekilde seslerini yükseltmeye başladıkları bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
Aradan 17 yıl geçti, ancak Nahel olayı, 2005 ayaklanmalarının "hayaletini" Fransa'da defalarca tekrar canlandırdı. Bu, ırksal uçurumun neredeyse hiç iyileşmediğini ve ırkçılığın acısının Fransa'nın kalbinde onlarca yıldır hâlâ için için yandığını gösteriyor.
Fransa, kendisini her zaman "renk körü" bir cumhuriyet olarak ilan etmiştir; bu, hükümetin vatandaşlarının ırkına ilişkin nüfus sayımı yapmadığı veya başka herhangi bir veri toplamadığı anlamına gelir. Buna göre, hiçbir Fransız dinine veya ten rengine göre yargılanmaz. Fransa, tüm vatandaşların Fransız olduğunu ve hükümetin her türlü ayrımcılıktan kararlılıkla kaçınması gerektiğini vurgular.
Fransa'nın benimsediği "felsefe" bu olsa da gerçek çok farklı. Le Monde'a göre, "banliyö" gençleri, uygun bir iş bulmakta beyaz arkadaşlarına göre her zaman daha zorlanıyor. Fransız Ulusal Kentsel Politika Araştırma Enstitüsü, "banliyö" sakinlerinin işe başarılı bir şekilde başvurma şansının, büyük şehirlerde yaşayanlara göre %22 daha düşük olduğunu gösteren bir rapor yayınladı.
Arap kökenli adaylar, Fransız kökenli adaylara göre %25 daha az olumlu geri bildirim alıyor. İşe alındıklarında bile, ücret, yan haklar ve ilerleme fırsatları açısından beyaz meslektaşlarıyla eşit muamele görme olasılıkları daha düşük. Fransız İnsan Hakları Ajansı'nın araştırması, genç siyahi veya Arap erkeklerin polis tarafından durdurulma olasılığının diğer gruplara göre 20 kat daha fazla olduğunu gösteriyor.
Fransız Siyahlar Derneği'nin Şubat 2023 tarihli raporuna göre, ülkedeki siyahların %91'i ırkçılığa maruz kaldığını belirtti. Ayrımcı davranışlar en çok kamusal alanlarda (%41) ve iş yerlerinde (%31) görüldü. Siyah toplumun dışlanmasının nedenleri arasında dini farklılıklar, gelir uçurumu, yüksek işsizlik ve suç oranları yer aldı.
Topluma entegre olma fırsatı verilmediği için, kendi ülkelerinde kendilerini sürekli aşağılık ve kaybolmuş hissederler. Fırsat verilmediği için yoksulluktan neredeyse kurtulamazlar. Bu da kolayca yasa dışı faaliyetlere sürüklenmelerinin sebebidir. Daha fazla suç işlemek ayrımcılığa yol açar ve ayrımcılık ve izolasyon ne kadar fazlaysa, suç işleme olasılıkları da o kadar artar. Bu kısır döngü, ırk ayrımcılığı durumunu çıkış yolu olmaksızın giderek daha da derinleştirir.
Son dönemdeki güvensizlik, Fransız toplumunda uzun süredir devam eden bölünme ve uçurumun bir sonucudur. Önceki on yıllara kıyasla, protestoların niteliği değişti. Bugün, yalnızca beyaz olmayanlar, göçmenler ve düşük gelirli insanlar değil, aynı zamanda birçok Fransız kökenli, beyaz tenli ve aydın da kendi toplumları için eşit haklar talep ediyor.
Raporlara göre, isyanların çoğu 14-18 yaş aralığındaki gençler tarafından gerçekleştirildi. Paris yetkilileri, gelecek nesil Fransızların ırkçılığın yol açtığı öfke ve nefretle büyümesini elbette istemez.
Irkçılığın acısını yaşayan tek yer Fransa değil ve genç Nahel vakası, ötekileştirilen işçi sınıfı arasındaki öfkenin son damlası oldu.
Nahel veya polis şiddetinin diğer mağdurları için adalet talep etmek, savunmasız ve ötekileştirilmiş kesimler için adalet talep etmek anlamına gelir. "Çevredekiler" için adalet talep etmek, aynı zamanda Fransa'da, Avrupa'da ve dünyanın dört bir yanındaki diğer savunmasız gruplar için de adalet talep etmek anlamına gelir.
| Fransa ırkçılığın acısını yaşayan tek ülke değil ve genç Nahel'in davası, ötekileştirilmiş işçi sınıfının giderek artan öfkesinin son damlası. Nahel veya polis şiddetinin diğer mağdurları için adalet aramak, savunmasız ve ötekileştirilmiş olanlar için adalet aramak anlamına gelir. "Çevredekiler" için adalet aramak, Fransa'da, Avrupa'da ve dünyanın dört bir yanındaki diğer savunmasız gruplar için adalet aramak anlamına gelir. |
| İsviçre'nin Cenevre kentinde ırkçılığa karşı protesto. (Kaynak: AFP) |
Kapsamlı bir çözüm mü arıyorsunuz?
Fransız hükümeti, genç siyahi Nahel'in polis tarafından vurulmasına hızla yanıt verdi, ancak olayın ırkçılık içerdiğini kabul etmekten kaçındı. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, polisin eylemlerini "açıklanamaz ve savunulamaz" olarak nitelendirdi.
Elysee Sarayı, bunun Fransız polisinin ruhunu yansıtmayan "bireysel bir eylem" olduğunu vurguladı. Bu arada, Fransa Dışişleri Bakanlığı, "Fransa'da polisin ırkçılık veya sistematik ayrımcılık yaptığı yönündeki her türlü suçlamanın tamamen asılsız olduğunu" belirtti.
Ancak sosyologlar, Nahel'in durumunu Fransız Cumhurbaşkanı'nın iddia ettiği gibi "anlaşılmaz" olarak değil, ırkçılık olarak değerlendiriyor. "Banliyö" insanlarına karşı önyargı, Fransa'da yadsınamaz bir gerçek.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de yaptığı açıklamada, "Fransa'nın kolluk kuvvetlerinde ırkçılık ve ayrımcılık gibi köklü sorunları ciddi biçimde ele almasının zamanı geldi" dedi.
Nahel'i vuran polis memuru cinayete teşebbüsle suçlandı, ancak Fransız polis yetkilileri, meslektaşlarının sadece işini yaptığını söylüyor. Ancak ceza ne kadar ağır olursa olsun, Fransız toplumunu bölen çetrefilli ve ısrarcı sorunlara bir çözüm olmayacak.
Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Avrupa Siyasi Araştırmalar Bölümü Direktörü araştırmacı Pavel Timofeyev'e göre, sorun Fransız polisinin kolluk kuvvetleri mekanizmasında değil, göçmenler, renkli insanlar, Müslümanlar gibi azınlık topluluklarıyla olan ilişkilerinde yatıyor.
Elbette köken, kültür, etnik köken ve din farklılıkları engellerdir. Ancak gerçek şu ki, Fransız hükümeti "banliyö" toplumunun topluma entegre olmasına yardımcı olacak koşulları gerçekten yaratmadı. Paris, göçmen kökenli insanlara karşı önyargıları ortadan kaldıracak köklü politikalara sahip olmadığında da kayıtsız görünüyor.
Her şeyden önce, Fransa'nın ülkedeki ırkçılığın varlığını açıkça kabul etmesi gerekiyor. Fransız hükümeti, ancak ırkçılığın yol açabileceği güvenlik ve sosyal riskleri açıkça kabul ederek, topluluklar arasındaki uçurumu daraltmak için doğru adımları atabilir. "Banliyö" halkı için tanınma son derece önemli ve Fransız toplumunun bir parçası olmalarına yardımcı olmanın ilk adımıdır.
Irkçılık sadece Fransa'da değil, Avrupa'da da bir sorun. Fransa'daki son büyük protestolar ve ayaklanmalar, Belçika ve İsviçre gibi bölgedeki bazı ülkelere hızla yayıldı.
Belçika'da polis, sosyal medyada "Fransa'daki gibi davranın" çağrıları üzerine düzenlenen protesto gösterilerinde 60'tan fazla kişiyi gözaltına aldı.
Bu arada, İsviçre'nin Lozan kentindeki durum, protestocuların mağazalara ve polise saldırmasıyla daha da şiddetlendi. Bu durum, yalnızca Fransa'da değil, göçün tartışmalı bir konu olmaya devam ettiği Avrupa genelinde var olan ırksal öfkeyi gözler önüne serdi.
Avrupa Birliği'nin (AB) 27 üye ülke arasında sığınmacıların dağıtımı konusunda bir anlaşmaya varmayı umduğu bir dönemde, bazı Avrupa hükümetlerinin isyanları göç politikalarını sıkılaştırmak için bir bahane olarak kullanması endişe verici.
Avrupa genelindeki aşırı sağ gruplar, göçmenleri bir güvensizlik kaynağı olarak görüyor ve Fransa sokaklarında yaşananların kendi ülkelerinde de tekrarlanmasını istemiyor. Bu durum, göçe daha az olumlu bir tepkiye yol açabilir ve göçmen kökenliler ile ev sahibi toplumlar arasındaki uçurumu daha da derinleştirebilir.
Irkçılıkla nasıl mücadele edileceğine dair tek bir formül yok, ancak hükümetlerin görmezden gelebileceği bir şey de değil. Sorunu görmezden gelmek, onu daha da kötüleştirecek ve mücadeleyi zorlaştıracaktır.
Toplumdaki köklü tutumları değiştirmek zordur, ancak imkansız değildir. Hükümetler, ancak ten renginin veya dinin insan doğasını belirlemediğini açıkça anladıklarında, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olmasını sağlayacak uygun politikaları uygulamaya koyabilirler.
[reklam_2]
Kaynak






Yorum (0)